Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank, Fetullahçı Terör Örgütü’nün gaye aldığı en değerli kimselerden. Varank; Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın FETÖ’yle savaşa başladığı günlerde başdanışman olarak daima yanında mahal aldı. FETÖ tarafından yasadışı telefonu dinlendi ve adım adım takip edildi. 15 Temmuz darbe teşebbüsünde Saraçhane’de İBB önünde ağabeyi Prof. Dr. İlhank Varank şehit oldu. Mustafa Varank, dersane sürecinden 15 Temmuz darbe teşebbüsüne yaşadıklarını birinci sefer SABAH’a anlattı.
“FETÖ, TÜRKİYE’NİN VARLIĞINA, BİRLİK VE BÜTÜNLÜĞÜNE KAST ETMEK ÜZERE KİRALANMIŞ, TETİKÇİ YAPILANMA”
– Gezi kalkışması, dersane süreci, 17-25 Aralık yargı darbe teşebbüsü ve MİT TIR’ları ihaneti başta olmak üzere FETÖ’nün birçok operasyonunda Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın yanındaydınız ve başdanışman olarak vazife yaptınız. Bu yaşananların birincil şahidi olarak, FETÖ’yü nasıl tanımlarsınız?
– Fetullahçı Terör Örgütü sadece bu toprakların değil, tahminen de tarihin gördüğü en alçak, en sinsi yapıdır diyebilirim. Bu örgüt; ruhunu, vicdanını, tüm varlığını, en yüksek bedeli kim ödüyorsa ona satmaktan çekinmeyen, hizmeti icabı da takiyeyi, inkarı, gizlenmeyi, yalanı ve iftirayı kendine usul edinen bir örgüt.
Binaenaleyh, öncelikle şunun çok iyi anlaşılması lazım: FETÖ, kendini diyanet adamı olarak göstermeye çalışan bir sapığın inşa ettiği inanç anlayışı etrafında kümelenen, Türkiye’nin varlığına, birlik ve bütünlüğüne kast etmek üzere kiralanmış, bir tetikçi yapılanmadır. Vazife bölgeleri Türkiye olduğu için “dindar” kisvesi altında işlerini görüyor olabilirler. Lakin bu örgüt Latin Amerika’da yapılandığında yılmaz bir “devrimci”, Çin’de örgütlendiğinde azılı bir “Maocu”, Avrupa’daki operasyonlarında ise dört dörtlük bir “seküler” olarak önünüze çıkabilir. Yani bunların kendi sapkın inançları dışında rastgele bir kültüre, medeniyete, inanca aidiyet duymaları mümkün değil.
Türkiye örneğine geldiğimizde ise; Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın -çoğu vakit tek başına- vermiş olduğu uğraş sayesinde ortaya çıkan bir gerçek var: Bunlar demokrasinin, ulusal iradenin tam önünde olmalarına karşın noktası geldiğinde demokrasiyi konumu geldiğinde şeffaflığı kendilerine slogan seviyesinde de olsa maske olarak kullanabiliyorlar. Açıkçası bu noktada başarılı da oldular. Devasa himmet ağlarına, mafyavari yapılanmalara, memleketler arası kaçakçılıklara, karanlık irtibatlara sahip olmasına karşın bu örgüt yıllarca bir sivil topluluk hareketi üzere görünmeyi başardı. Lakin hamdolsun Türkiye, Cumhurbaşkanımızın önderliği ve milletimizin feraseti sayesinde, bu örgütü ifşa edebildi, daha da değerlisi önüne dikilip uğraş etti.
Bakınız; Türkiye’deki operasyonlarına yarım asır evvel başlamış bir örgütten, devlet içindeki yapılanmasını on yıllardır sürdüren bir örgütten bahsediyoruz. Bu yıllar boyunca Cumhurbaşkanlarıyla, Başbakanlarla, milletvekilleriyle, sanat ve spor dünyasının kilit isimleriyle içli dışlı olduğunu saklama gereği duymayan bir örgütten bahsediyoruz. Daha açık konuşalım; Recep Tayyip Erdoğan’dan evvelki hiçbir siyasi önderin, önüne dikilmeyi, uğraş etmeyi göze alamadığı bir örgütten bahsediyoruz. Münasebetiyle, siyasi çıkarları uğruna “FETÖ AK Parti’yle büyüdü” ya da “AK Parti’den evvel FETÖ bu kadar güçlü değildi” diyenler, şayet bu yanlışı kasıtlı olarak yapmıyorlarsa bu yalın gerçeği göz gerisi ediyorlar demektir.
“CUMHURBAŞKANIMIZIN İSRAİL’E KARŞI DİK DURUŞUNDAN SONRA ÖRGÜT HASMANE TUTUMLARINI ZAHIR ETMEYE BAŞLADI”
– FETÖ’nün Sayın Cumhurbaşkanımıza yönelik bu tavrını siz birinci ne vakit fark ettiniz?
Açıkçası şahsî olarak bu yapıya karşı daima ihtiyatla yaklaştım. Lakin kamu hizmeti yapıyorsanız, bir ekip sorumlulukları taşıyorsanız reflekslerinizi denetim etmeniz, vereceğiniz kararların sonuçlarını iyi hesaplamanız gerekiyor. Tüm bunlarla birlikte, kimi kırılma noktaları artık bu mücadeleyi kaçınılmaz hale getirdi. Bilhassa 2010 yılında yaşanan elim Mavi Marmara hadisesinde Sayın Cumhurbaşkanımızın İsrail’e karşı dik duruşu ve bu duruşun tüm dünyaya mal olmasından sonra örgüt hasmane vaziyetlerini aşikâr etmeye başladı. Sonrasında aslında kamuoyuna yansıyan halde 7 Şubat MİT bunalımı, 17-25 Aralık Yargı Darbesi, MİT tırları hadisesi ve 15 Temmuz Hain Darbesi’ne kadar uzanan o ağır süreci yaşadık.
“BÖCEKLERİN BULUNMASI, FETÖ’NÜN TÜRKİYE’YE KARŞI AÇIKTAN OPERASYONLARA BAŞLAMASININ MİLADI”
– Sayın Cumhurbaşkanımızın Başbakan olduğu devirde ofisinin ve kriptolu telefonlarının dinlenmesi konusu da dönüm noktalarından biri olarak görülüyor. Siz böcek diye tabir edilen dinleme cihazlarının bulunmasına da şahitlik ettiniz, bu cihazlar nasıl bulundu?
O periyot Emniyet’in rutin arama-tarama faaliyetleri oluyordu. O zamanki Başbakanlık Müsteşarımız Efkan Ala’nın, bu aramaların verimliliği ile ilgili tereddütleri olunca mevzuyu MİT Müsteşarımız Hakan Fidan ile istişare etmişler. Aramaları, MİT’ten profesyonel bir ekibin de kendi ekipmanlarıyla yapması hususunu o devir Başbakan olan sayın Cumhurbaşkanımıza arz ettiler. Cumhurbaşkanımız da ekibin başında durmam için bana talimat verdi. Aslında Cumhurbaşkanımızla ilgili mekanlarda polis de bir faaliyet yapsa kesinlikle ben takip ederdim.
Sanırım, 2011 yılının son günleriydi. MİT ekibinin yaptığı aramada birinci olarak Keçiören’de, Cumhurbaşkanımızın konutunun altında ofis olarak kullandığı kütüphanede çoklu priz içinde elektrikten beslenen bir dinleme cihazı tespit edildi. Burası, Sayın Cumhurbaşkanımızın devletin güvenliğiyle alakalı çok mahrem görüşmeler yaptığı bir bölgeydi. Emsal halde, Başbakanlık konutunda kullandığı çalışma ofisinde de böcek diye tabir edilen bu cihazları bulduk. Bu cihazlar devlet ricalinin hala kullandığı milsec kriptolu sabit telefonlara çok yakın mahallere ustaca yerleştirilmişlerdi. Yani, bilhassa bir arama tarama faaliyeti yürütmediğiniz takdirde bunları bulmanız mümkün değildi.
Bu böceklerin bulunması, FETÖ’nün Türkiye’ye karşı açıktan operasyonlara başlamasının miladıdır. Tabi bu ortaya çıkınca, örgüt deşifre olduğunun farkına vardı. Artık panikle hareket ediyorlardı. İşte biraz da bu yüzden, bu ifşayı yapan Ulusal İstihbarat Teşkilatı’na ve Hakan Bey’e yönelik 7 Şubat operasyonuna yeltendiler.
“ÜÇ DÖRT GÜN BOYUNCA HASTANENİN İZOLE EDİLMİŞ KATINDA BELİMDE SİLAHLA DOLAŞTIM”
Tam da bu noktada, bir hatıramı kayıtlara geçmesi için aktarmış olayım. Sayın Cumhurbaşkanımızın ameliyat olacağı günlerde, 7 Şubat MİT bunalımı ile uğraşıyorduk. Açıkçası kime güvenebileceğimizi bilmediğimiz puslu günlerdi. Cumhurbaşkanımızın ameliyatının günü, bölgesi, saati, himaye polislerine dahi bildirilmemişti. O gün hastanenin içinde yalnızca Cumhurbaşkanımızın ailesi vardı. Hiç unutmuyorum; üç dört gün boyunca hastanenin izole edilmiş katında belimde silahla dolaştım. Sonradan anladık ki bu tamamlayıcı ameliyatın tarihini bir formda öğrenen FETÖ bundan faydalanmaya çalışmıştı. Savcılar, MİT müsteşarımızı söze çağırıp daha sonra tutuklamak üzere hareket ediyorlardı. Cumhurbaşkanımız, dakikalar sonra ameliyathaneye inecek olmasına karşın aklında kendi sıhhati değil bu sıkıntı vardı. Hakan Bey’i, ilgili kimseleri arayarak bu apaçık operasyona asla teslim olunmaması ve tabire gitmemesi talimatını verdi.
VAKIT GAZETESİ UMUMI YAYIN DIREKTÖRÜ’NDEN ÖRTÜLÜ TEHDİT
17-25 Aralık 2013 tarihinde yaşananları anlatır mısınız? Kelam konusu operasyonun emniyet-yargı darbe teşebbüsü olduğunu nasıl öğrendiniz?
Gezi hadisesi, dünyada tatbike konulan sokak hareketleri ile iktidarları değiştirme tertiplerinin bir benzerinin, memleketimizde de devreye sokulması süreciydi. Memleketler arası odaklarca da alenen ve önemli bir biçimde destekleniyordu. FETÖ, bu noktada maşası olduğu mahfillerin üflemesiyle, hükümete karşı yürüttüğü düşmanlığı açıktan yapmaya başladı. Türkçe yayınlarında zevahiri kurtarmaya çalışırken, yabancı lisandaki yayınlarında efendilerine selam çakıyordu. Göz önündeki isimleri alenen Gezinin yanında duruyordu. FETÖ’nün talimatıyla hareket eden polisler ve savcılar sokak vakaları yatışsın diye değil şahsen körüklemek için hareket ediyorlardı.
Dershane süreci de aslında 17-25 Aralık’ın bir işaret fişeğiydi. Daha evvel bürokrasi içinde bâtın kapaklı yürüttükleri mücadeleyi, bu sefer açık bir bilek güreşine çevirdiler. Sayın Cumhurbaşkanımız özelinde, AK Parti’ye ve aslında Türkiye Cumhuriyeti devletine yönelik büyük bir savaşın içine girdiler. İnsan kaynaklarının çok büyük bir kısmını devşirdikleri dershane denilen ticarethaneleri üzerinden, legal hükümete gözdağı vermeye kalktılar. Sayın Cumhurbaşkanımızın bu hamlesinin ne kadar stratejik olduğu o devranlar tahminen herkesçe çok iyi kavranamadı. Lakin bu bir dönüm noktasıydı. O devir mücadeleyi açıktan yapan, bu yapıya karşı bizim üzere sesini yükseltenlere FETÖ çok önemli diş biliyordu. Tekrar o devir, FETÖ’nün ana gazetesinin umumi yayın direktörün bana, “Seni dün gece düşümde gördüm, çok düşünceliydin, dikkat et” diyerek örtülü tehditlerde bulunduğunu hatırlıyorum.
Tabi bu noktada şunu söylemekte yarar var: Pensilvanya’daki başmilitan ve buradaki teröristler, kendilerini yenilmez, yanılmaz görüyorlardı. Yargı ve emniyet içindeki ağlarına ve maşası oldukları mahfillere o kadar çok güveniyorlardı ki, “dönemin Başbakanı” yazan iddianamelerle bir yargı ve emniyet darbesi bile hazırlamışlardı. O yargı darbesi teşebbüsünü iki aşamalı tasarlamışlar. Evvel, 17 Aralık’taki teşebbüsle bir gözaltı ve yakalama furyası başlatarak hem bir sonraki hücumlarının üstünü örtecek hem de kamuoyunu hazırlayacaklardı. Tabi burada biz asıl maksadın sayın Cumhurbaşkanımız olduğunu çok iyi biliyorduk.
Esasen orada afallayınca, 25 Aralık’ta direkt sayın Cumhurbaşkanımızın ailesine yönelik bir harekete kalkıştılar. Devrin FETÖ’cü savcıları, FETÖ’cü polis yöneticileri, Cumhurbaşkanımızın Kısıklı’daki konutuna polis göndermeye kalktı. Fakat Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatları ile gerekli önlemler alındı, Emniyet’e laflarını dinletemeyince bu sefer Jandarmayı devreye sokmak için uğraştılar. Orada da başarılı olamadılar.
“17-25 ARALIK’A MİNİ DARBE DİYENLERİN BİR SONRAKİ DURAĞI 15 TEMMUZ’A DENETIMLI DARBE DEMEK”
“Bugün görüyoruz ki, o devir tüm bu yaşananlara şahitlik etmiş, bakanlık yapmış, artık kendi partilerini kurmuş birtakım arkadaşlar, 17-25 Aralık’a mini darbe vs. diyerek, masumlaştırma, küçümseme gayretindeler. Aslında bu niyetlerini de, o dönemki soruşturma belgelerinin tekrar gündeme gelmesi gerektiğini söyleyerek açık ediyorlar. 17-25 Aralık’a mini darbe diyenlerin bir sonraki durağı 15 Temmuz’a denetimli darbe demektir. Hele hele, FETÖ’nün yasa dışı dinlemelerle, kumpas iddianameleriyle oluşturduğu soruşturmaların tekrar gündeme gelmesini istemek, FETÖ’ye göz kırpmaktan öbür bir şey değildir.”
“‘SEN NEREDEN BİLİYORSUN’ DİYE ÇIKIŞTIĞIMDA PANİKLE TELEFONU KAPATTI”
– FETÖ’nün açıktan maksat aldığı sayılı isimden birisiniz. FETÖ telefonlarınızı yaşa dışı olarak dinledi ve adım adım şahsınızı takip etti. Bu süreçte neler yaşadınız?
Sayın Cumhurbaşkanımızın yanında bu örgüte karşı sesimizi çıkarıyor olmamız tabi ki bu örgütü çok rahatsız ediyordu. Hainliklerine karşı duruşumuz, savaşımız, onlar için bir tehditti. Hasebiyle hem bizleri itibarsızlaştırmak hem de Cumhurbaşkanımızın yanı başında çalıştığımız için bizim üzerimizden Sayın Cumhurbaşkanımızı takip altına alabilmek için düzmece isimlerle uyduruk evraklarla telefonlarımızı dinlemişler.
Bu süreçte kanımızı donduran vukuatlar yaşadık. Bu kadar fütursuzca telefonumun takip edildiğinden elbette haberim yoktu. FETÖ ile en ağır hengameyi verdiğimiz devirde, bu yapının gazete tirajlarının sahiden uzak, şişirme olduğundan, satış gelirlerinin vergiye yansıyıp yansımadığından bahseden bir telefon görüşmesi yaptım. Bu görüşmeden bir gün sonra o gazetenin Ankara temsilcisi beni arayıp, gazetenin tirajını sorgulamamın gerçek olmadığını söyledi. Şok oldum, “Sen nereden biliyorsun” diye çıkıştığımda panikle telefonu kapattı. Tabi sonraki süreçte örgütün, yasadışı elde ettiği ses kayıtlarını kırpıp montajlayıp servis ederek, düşman gördüğü şahsıma yönelik bir itibar suikastına girişmeye çalıştığını gördük. Bizim davamızın da derdimizin de ne olduğu görünür. Allah’a şükür o kumpasların hiçbirisi tutmadı.
“BÜTÜN GECE, DARBENİN PÜSKÜRTÜLMESİ İÇİN UYUM VE TAKİP SÜRECİYLE UĞRAŞTIK”
– 15 Temmuz darbe teşebbüsünü öğrendiğinizde sanırım Antalya’daydınız. O gece siz neler yaşadınız?
16 Temmuz’da Sayın Cumhurbaşkanımızın Antalya’da bir programı olacaktı. Kendisi de istirahatte olacağından, birkaç günlük tatil için Cumhurbaşkanımızdan müsaade aldım, ailemle birlikte Antalya’ya gittim. Akşam saatlerinde farklı vatandaşlarımızdan bildiriler ve telefonlar gelmeye başladı. Evvel Çengelköy’de erlerle polisler arasında hengame çıktığı erlerin polisleri alana yatırdığına dair haberler geldi. Sonra, erlerin köprünün üstüne çıktığına dair haberler geldi. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. İstanbul Valisi, Emniyet yöneticisiyle birkaç defa konuştuk. Marmaris’teki arkadaşlarla görüştük.
Cumhurbaşkanımızın aile efradıyla mütemadi irtibattaydık. Açıkçası herkes ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Kimsenin bir haberi yoktu. O vakit Umum Kurmay Lideri olan Hulusi Akar bakanımıza ulaşmak mümkün değildi. İlerleyen saatlerde uçakların alçak uçuş yapmaya başladığı haberleri geldi; bunun büyük bir hadise olduğu bir kalkışma olduğu ortaya çıkmaya başladı.
O zamanki ‘Emniyet İstihbarat Daire yöneticimiz aradı, havacılar ve jandarma kaynaklı bir kalkışma olduğunu değerlendiriyoruz’ dedi. Sonrasında aslında bütün gece, darbenin püskürtülmesi için uyum ve takip süreciyle uğraştık. O gece birkaç kere de Antalya Valisi ile konuştuk. Vali beyefendi askeri erkan dahil herkesi valilik konutuna çağırdı. Ailemle helalleşip, başımıza bir şey gelirse ne yapmaları gerektiğini onlara tembih edip otelden ayrıldım. O zamanki Antalya Büyükşehir Belediye Liderimiz Menderes Beyefendi beni aldı, birlikte Valimiz Münir dimağ bulunduğu valilik konutuna geçtik. Tabi sayın Cumhurbaşkanımızın canlı yayına bağlanıp milletimize seslenmesi, onun davetiyle milletimizin meydanlara dökülüp tarihi bir direniş sergilemesi işin asıl dönüm noktası oldu.
“GENEL YÖNETICISI ARAYIP TRT YAYINININ KESİLMESİ GEREKTİĞİNİ SÖYLEDİM”
– O gece darbe püskürtülürken sizin şahit olduğunuz hususî anlar oldu mu?
Elbette. Kimsenin kimseye güvenemediği bir gecede, her biri kendi başına bir kahramanlık hikayesi diyebileceğimiz vakalara şahit oldum. Tabi o gece, ağır bir görüşme trafiği yaşadık. Sayın Cumhurbaşkanımıza daima ulaşma imkanı olmadığı için, kimi noktalarda inisiyatif kullanmak durumunda kaldık. TRT’de darbe bildirisi yayınlanınca TÜRKSAT Idare Konseyi üyesi olarak, umum yöneticisi arayıp TRT yayınının kesilmesi gerektiğini söyledim. TÜRKSAT işçisi o gece darbecilerle kahramanca uğraş etti bir müddetliğine de olsa TRT yayınını kesmeyi başardılar. O gece TÜRKSAT’ta iki arkadaşımız şehit edildi.
O zamanki Ankara Büyükşehir Belediye yöneticimizle görüştük ve Büyükşehir Belediyesi’ne ilişkin kamyon ve otobüsleri yollara çıkararak askeri birliklerin önüne barikat olarak yığdık. Yeniden devletin kalbi olan Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nin korunmasına yönelik MİT’teki arkadaşlarla istişareli kritik adımlar attık. Hususî kuvvetler kumandanı Zekai Paşa arkadaşlar vasıtasıyla bize haber gönderdi. Bunlar birinci aklıma gelen o geceden kıymetli şahitliklerim.
İşin o gece bir de medya boyutu vardı. Sağlıklı haber akışı sağlanması, darbeye karşı medyanın hakikat hareket etmesi çok değerliydi. Birçoğunu hatırlayamadığım yüzlerce telefon görüşmesi ile sabaha kadar süreci takip ettik. Anadolu Ajansı başta olmak üzere, bu röportajı verdiğimiz Turkuaz Kümesi üzere, o gece darbeye karşı ulusal duruş sergileyen, demokrasinin yanında durarak hayati işler yapan tüm medya kuruluşlarımıza minnettarız.
Tabi ilerleyen saatlerde evvel Erol Abi (Olçok) ile oğlunun, akabinde da ağabeyimin şehadet haberini aldım. Ağabeyimin şehadet haberi ile artık bir an evvel İstanbul’a ulaşmanın peşine düştüm. Sabaha karşı kalkabilen tek uçakla İstanbul’a gittim.
“AĞABEYİM AİLE KÜMEMIZDE EŞİMLE YAZIŞMIŞ, KENDİMİZE DİKKAT ETMEMİZİ SÖYLEMİŞ”
– 15 Temmuz darbe teşebbüsü gecesi şehidimizle görüştünüz mü?
Darbeyle savaşa dönük ağır bir görüşme trafiği içinde olduğum için ailemden kimseyle görüşmeye fırsatım olmadı. Rahmetli ağabeyimin evvel bana akabinde aile kümemize attığı bildirileri da maatteessüf sonradan gördüm. Orada da kendini değil bizi düşünüyordu. Aile kümemizde eşimle yazışmış kendimize dikkat etmemizi söylemiş.
“GAZİLER, SON DAKİKAYA KADAR CESURCA SAVAŞ ETTİĞİNİ, ETRAFINA KORKMAYIN DİYE SESLENDİĞİNİ SÖYLEDİLER”
– Şehidimiz Vatan Caddesi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin önünde darbecilere nasıl direndi? Darbe teşebbüse tanık olan şahıslar ağabeyinizi nasıl anlattı?
Rahmetli Ağabeyim yakın devranda profesör olmuştu. Üniversitede idari hizmetleri vardı, kısım başkanlığı yapmıştı. O gece askerin bir kalkışma yaptığı anlaşılınca, mektepteki akademisyenlerin olduğu kümelerde bu mevzu elbette konuşuluyor, tartışılıyor. Orada “Arkadaşlar, biz de korkarsak herkes korkar, ben dışarı çıkacağım” yazarak konutundan ayrılıyor.
Ağabeyim o gece, evvel Vatan Caddesi’ne giderek Emniyet Müdüriyetini teslim almak isteyen darbecilere karşı savaş etmiş. Esasen aracını da daha sonra vatan caddesine yakın bir alanda bulduk. Vatan caddesinde darbecileri püskürten kalabalık polisin de yönlendirmesiyle akabinde, İBB’yi işgal etmek isteyen fetullahçı teröristlerle savaş etmek için Saraçhane’ye İBB’nin önüne yönelmiş. Orada da darbecilere karşı kahramanca bir direniş yaşanmış.
Beni o gece evvel Sıhhat Bakanımızın hususî kalemi arayarak, ağabeyimin yaralanması ile ilgili bir haber aldıklarını söyledi. Aslında şehadetini biliyorlarmış ancak o anda bana söylemediler. Derhal ağabeyimin telefonunu aradım. Telefonu açan kişi, “Abi bu telefonun sahibi çok yiğit bir ağabeydi. Biraz evvel vuruldu, götürdüler, telefonu burada kaldı. İstanbul Belediyesinin önündeyiz er bizi tarıyor” dedi. Şehadet haberini bu türlü aldım.
Saraçhane’de rahmetli ağabeyimle birlikte direnen, vurulduğu anda orada olan gazilerimiz var. Son dakikaya kadar cesurca uğraş ettiğini, etrafına korkmayın diye seslendiğini söylediler.
“İBB ÖNÜNDE 13 KARDEŞİMİZ ŞEHİD EDİLDİ”
İlhan Varank’ı şehid eden darbecinin kimliği tespit edilebildi mi? Tespit edildiyse aldığı ceza nedir?
İBB önünde rahmetli ağabeyimle birlikte 13 kardeşimiz darbeciler tarafından şehid edildi. O gün ateş edenler ateş edilen silahlar hepsi muayyen. Bizim de tarafı olduğumuz, hem İBB’nin işgali davası hem de iki farklı çatı davada ilgili sanıklar müebbet ve ağırlaştırılmış müebbet olmak üzere en ağır cezaları aldılar.
“VATANDAŞLARIMIZ; FETÖ İLE UĞRAŞIN BİTMEDİĞİNİ, BIRINCI GÜNKÜ İRADEYLE DEVAM ETTİĞİNİ BİLSİNLER”
– FETÖ gücünü yitirdi mi? Bu yapıyla uğraş konusunda vatandaşlara neler söylemek istersiniz?
Açıkçası, örgütün artık Türkiye içerisinde bir operasyonel gücünün kaldığını düşünmüyorum. Sayın Cumhurbaşkanımızın dirayetiyle, bu örgütün inlerine girildi ve çok büyük ölçüde çökertildi. Başta kamu olmak üzere bağlantı ağlarının tamamı deşifre edildi. Ancak tabi ki, 40 yıldır bu örgüte yatırım yapanlar başta olmak üzere, örgütün azılı üyeleri hala bir kadro umutlar besliyor olabilirler. Eski operasyonel yetenekleri olmasa da, siyasete tesir edebilecek stratejiler yürüttüklerini, hükümet aykırısı her yapı ve oluşuma destek verdiklerini görüyoruz. Açıkçası kimi siyasalların birtakım çıkışlarını görünce, bunun bir Pensilvanya aklı olduğunu anlayabiliyorsunuz. Gelgelelim bu mücadeleyi sulandırmamak ismine, her seferinde açıktan bunu lisana getiremiyorsunuz.
Vatandaşlarımız; FETÖ ile savaşın bitmediğini, birinci günkü iradeyle devam ettiğini bilsinler. Son nefesimize kadar bu yolda atılması gereken bir adım varsa o adımı atacağımız konusunda da müsterih olsunlar. Biz o geceyi hiçbir vakit unutmayacak, unutturulmasına da müsaade etmeyeceğiz. Bunu hem devlet olarak temin edeceğiz, hem ferdî olarak yapacağız. Şahsen ben bir bakan olarak, attığım her imzada, aldığım her kararda 15 Temmuz’dan ibret alıyorum. O gün canını verenleri, çoluğunu, çocuğunu, ailesini, yeniden onların istikbali için arkasında bırakanları düşünüyorum. Şehadet şerbetini içen şık beşerlerle tıpkı tarafta olmak, vatanı uğruna canını hiçe sayan yürekli kahramanlarla birlikte yol yürümek, gönlümüzü ferahlatıyor.
CUMHURBAŞKANIMIZIN KARARLILIĞI VE DİK DURUŞU, TARİHİN AKIŞINI DEĞİŞTİRDİ
– 15 Temmuz direnişini tarih nasıl yazacak?
15 Temmuz darbe teşebbüsüne karşı milletimizin sergilediği kahramanlık, çok az millete nasip olmuş bir vaka. En karanlık gece milletimizin cüretiyle bir destana dönüştü. Milletimizin kahramanlığını tanımlayacak bir söz, cümle bulamıyorum. Sayın Cumhurbaşkanımızın kararlılığı ve dik duruşu, milletimizin bu kenetlenmesi tarihin akışını değiştirdi.
Türkiye’yi, 100. yılına ulaşamadan işgal etme teşebbüsü; Türkiye’yi, Pensilvanya’da yaşayan diyanet adamı kılıklı bir sapığın tiranlığı haline getirme teşebbüsü, tıpkı bir asır evvel olduğu üzere ulusal uğraş ruhuyla boşa çıkarıldı. Bu duruş elbette ki, tüm dünyaya örnek oldu. Bir milletin, kendi kaderini kendi tayin etmesinin en asil örneğini yazdık.
15 Temmuz, bin yıldır yaşadığımız topraklardan bizi atma, Türkiye’yi boyunduruk altına alma teşebbüsüydü. Ve biz bu teşebbüslere pabuç bırakmayacağımızı tüm dünyaya gösterdik. Ve o duruş; hamdolsun bugün de devam ediyor. İşte Ayasofya’nın tekrar cami yapılması, aslında 15 Temmuz’a da verilmiş bir yanıttır. Birebir 15 Temmuz’da gösterilen ulusal duruşun bir devamı, o duruşun taçlandırılmasıdır. Zira, Ayasofya bizim bu topraklarda adaletle kurduğumuz hükümranlığımızın dosta düşmana ilanıdır. Danıştay kararı sonrası Sayın Cumhurbaşkanımızın Ayasofya’yı tekrar ibadete açma kararı elbet, Cumhuriyet tarihimizin tıpkı 15 Temmuz üzere dönüm noktalarından biridir.
ŞEHİD İLHAN VARANK’IN ÖZGEÇMİŞİ
1971 doğumlu olan Prof. Dr. İlhan Varank, hayatını eğitime adamıştı. Varank, çok küçük yaşlarda İsmailağa Kuran Kursu’nda hafızlık eğitimi aldı. Necatibey Eğitim Fakültesi’nden mezun olduktan sonra Ulusal Eğitim Bakanlığı bursunu kazanarak ABD Ohio State Üniversitesi’nde bilgisayarlı tedrisat teknolojileri ortamında yüksek lisans yapan Varank, daha sonra Florida State Üniversitesi’nde birebir meydanda doktorasını tamamladı. Türkiye’ye döndükten sonra Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde çalışmaya başlayan Prof. Dr. İlhan Varank, Yıldız Teknik Üniversitesi Bilgisayar ve Talim Teknolojileri Eğitimi kısım başkanlığı vazifesini yürütüyordu.
KENAN KIRAN
Memurlar
